Porto Riko'ya vardık, vardığımız gibi de havaalanından arabamızı kiraladık sonra ver elini San Juan.
Ben heyecandan pırpır, gidiyoruz gidiyoruz, 5 yıldızlı oteller, tesisler, Antalyamsı, Miami'msi yerler... Eh hani nerde benim aklımdaki o Karayip ortamı diyecekken ben tam, lank! Old San Juan'a giriyoruz. Ve benim kalbim duracak gibi oluyor.
Old San Juan, bizim Sultanahmet gibi, şehrin eski kısmı, yeni taraftaki çirkin ve kocaman otellerin aksine, kale duvarları içine kurulu minik bir şehir... Minik minik, rengarenk evler, kalenin duvarları ve deniz... Duvarların bitimindeki yüksek falezlere vuran hırçın dalgalar filan. Batan güneş, palmiyeler... Öyle bir görüntü ki nefes kesiyor.
San Juan'da kale duvarının tam bitiminde şahane bir otelde yer ayırtmışım:
The Gallery Inn. Otel için ayrı bir post açılır, o derece fevkaladenin fevkinde bi otel. Amerikalı ressam bir kadın 60'ların sonunda San Juan'a gelip, aşık oluyor. O dönem fahişelerin ve mafyanın ortalıkta cirit atmasına bakmaksızın, viran haldeki bilmemkaç yıllık colonial bir evi satın alıyor ve restore ediyor. Otel bugün inanılmaz bir yer. Çicekler içinde bir avlu, papağanlar, teras, hepsi birbirinden farklı döşenmiş odalar, kadının kendi heykelleri, resimleri. Öyle böyle değil, gördüğüm en güzel otel olabilir yani.