Eylül 02, 2011

Zdravo Makedonija!



Spontane bir seyahat arzusuna kapılınca, nereye gitsek nereye gitsek diye düşünürken, yurt dışına çıkalım dedik. Ve fakat seyahatin spontanlığından ötürü, vizesiz bir yer düşündük. Kan bağımdan mıdır nedendir bilmem, Balkan ülkelerine olan sempatim aklıma geldi, hemen o bölgeyi önerdim. Kalktık, biletlere baktık, Pegasus, 200 küsür liraya Üsküp'e uçuyordu, hmm dedik, demekle kalmadık, satın al'a bastık ve 2 gun sonra da yola çıktık.

Üsküp havaalanına vardığımızda bizi karşılayan şey şu oldu: Sıcaaaağğğk! Ama nasıl sıcak, yareppim. Hiç beklemiyordum böyle bir şeyi, şaşırdım.

Neyse, Skia fontu ile yazılıp, oraya yerleştirilmiş gibi duran "Skopje Alexander the Great" tabelasının altından, Makedonya'nın başkenti Üsküp'ün mini micik havaalanına girdik.
Sonra arabamız olsa iyi olur diye düşünerek, gittik bir araba kiraladık. Europcar gibi marka yerlerden değil, neredeyse yarı fiyatına lokal bir kiralamacıdan bir adet Chevrolet aldık kendimize, bir kaç harita edindik ve Üsküp'e doğru yola koyulduk. Ha tabii Arnavutluk'tur, Karadağ'dır geçeriz diye düşündüğümüzden, kiralarken bunu da belirtmeyi ve green card'lı bir araba almayı ihmal etmedik.

Neyse, ilk sorun, haritamızın kirilce olması oldu. Ha tabii, çinceden iyidir, matematikten biraz biliyoruz, hiç olmadı benzete benzete okuruz dedik. Zaten tabelalar da çoğunlukla kirilceydi. Arkadaşım Üsküp'e doğru arabayı kullanırken, ben de biraz okuma-yazma öğrenmeye çalıştım. Üsküp'e vardığımızda 3-4 harfi sökmüştüm.

Üsküp
Üsküp'e böylece geldik. Bir baktık ki, Üsküp koskocaman bir inşaat alanı olmuş, utanmasalar baret verecekler girerken. Her yer ama her yer inşaat. Tüm binalar, görülecek her şey iskelelerle kaplı. Dedik, 5 sene erken geldik galiba buraya, yeni yapıyorlar herhalde. Neyse, biraz şehirde kaybolup, dolandık. Otel tabelaları bulduk, otelleri bulamadık. Sonunda bulduğumuz tek otel olan Stone Bridge'e girdik ve kazıklandık. Keşke daha çok arasaydık ama aramadık işte. Çok sıcaktı ve yorgunduk…. Neyse zaten bir gece kalacaktık, napalım canım kazıklandıysak. Ama biz ettik, siz etmeyin, orada kalmayın.

Üsküp küçücük bir şehir. İnşaat halinde olmasa da görecek fazla bir şey yok. 1 günde rahat rahat gezersiniz. Biz de öyle yaptık. Meşhur taş köprü, hayret, inşaat halinde değildi. Ondan geçtik. Komunist dönemden kalma, örümceğe benzeyen postane binasını inceledik. Piyasa caddesini bulduk, bir bira içtik, dolandık. Eski Türk Çarşı'sına gittik, bir sürü Türk gördük. Bit Pazarı'nda gezindik. Güzel, şirin bir Türk mahallesi… Eski Osmanlı stili cumbalı evler filan, biraz bizim Soğukçeşme sokağı havasında.
Neyse işte gezdik dolandık, bir kitapçıdan kutsal kitap Lonely Planet'imizi edindik (Western Balkans). Akşam Türk Mahallesi'nde, çok şeker bir Makedon restoranı bulduk, şahane Makedon şarapları (Tikves bölgesi çok meşhur bu alanda) eşliğinde, Makedon yemekleri yedik ki, bizim yemeklere benziyor haliyle. Ne de olsa kaç yıllık Osmanlı şeyi var memlekette.

Ertesi sabah, Makedonya'nın olmazsa olmazı Ohrid'e doğru yola koyulduk. Makedonya'nın yolları düzgün ve fakat sinyalizasyon biraz zayıf. Yani kaç kilometre kaldı, nereye gidiyorsunuz filan gibi konularda ketumlar biraz ama bir şekilde gidiliyor. Biz de öyle öyle rotamızı çizdik ve önce Üsküp'e yakın Matka gölüne gidip, alabalık yiyip, ordan devam edelim diye karar verdik. Ve fakat çıkışı göremedik. Çünkü dediğim gibi sinyalizasyon biraz zayıf. Neyse peki o zaman, yol üstünde Mavrovo parkı var, oradaki gölü görürüz, bir de manastır varmış, ona bakarız dedik ve yola devam ettik.

Burada bir parantez açayım ve Makedonya ile ilgili biraz bilgi vereyim. Kendileri çoğunlukla müslüman. Hristiyan olan kısım ise Orthodox. Dilleri Makedonca ve diğer Slavik Balkan dillerine benziyor. Türkçe bilen çok. İngilizce de konuşuyorlar ama Türkçe anlaşma şansınız daha yüksek aslında. Şeker insanlar. Parantez bitti.

Yok bitmedi, bir de yol kenarı manzaralarına değineceğim. Makedonya yemyeşil ve dağlık bir yer. Ve başka pek bir şey yok. Yani henüz oldukça boş. Yol üzerinde 3-5 şehir geçiyorsunuz, onlar da bizim uyduruk yol kenarı şehirlerimize benziyor aynı. Aynı zevksiz binalar, aynı garip renk kullanımları filan… Sonrasında ise, orman, orman, orman… Henüz doğası bakir, umarım çok bozulmaz. Zira bina stillerine bakınca, bizimle olan benzerliği görmemek mümkün değil. Çarpık kentleşmeye ve turizme; ormanların ve o güzelim doğanın kurban verilmemesini umarım. Gerçi turizm potansiyeli biraz kısıtlı Makedonya'nın, denize kıyısı da olmadığından. Mass tourism'den çok doğa sporlarına, dağ turizmine oynayabilirler gibi duruyor.

Mavrovo National Park
Üsküp-Ohrid yolu üzerinde bu parkımıza girdik. Sandık ki içeride bir tebele olur, bir bakarız filan. Yokmuş. Bir süre parkta kaybolduktan ve acaip yerlere girdikten sonra, tourist information bulduk. Ordan yeni haritalar edindik. Sveti Johan Bigorski manastırının yerini öğrendik.

Ben manastır diye, ürkünçlü, karanlık bir yer beklerken, sevimli, çiçekler içinde bir bina bulduk. Osmanlı stili yine. Manastır demeye bin şahit ister. Ben bir "Gülün Adı" atmosferi hayal ediyordum oysa ki! Neyse Sveti Johan da pek şirin, pek tatlıydı. Gördük, yola devam ettik.


Vevcani
Başarılı bir road trip kopilotu olarak görevlerimden biri de sürekli Lonely Planet okuyup, memleket hakkında bilgi edinmek ve kaptan pilotu öğrendiğim şeyler konusunda bilgilendirmekti. Bu önemli bilgilerimden biri de, Vevcani isimli küçük kasaba hakkında idi. Geleneksel bir Makedonya kasabası olan Vevcani, çok manyak bir yer. Neden derseniz? Bir kere bunlar felaket bağlılar kasabalarına. Zamanında, Sırplar bunların kaynak suyunu Ohrid'e götürmek isteyince, tüm kasaba direnmiş, barikatlar kurmuşlar filan ve Sırpları vazgeçirene kadar uğraşmışlar. Sonra daha güzeli, Makedonya cumhuriyet olunca bunlar "ne var, biz de oluruz layn o zaman" diyip, Bağımsız Vevcani Cumhuriyeti'ni deklare etmişler. Her ne kadar pek uğraşmamış olsalar da, kendilerine bayrak, para birimi filan yapıp, bir süre eğlenmişler. Böyle bir çatlak kasabayı görmemek olmazdı ve biz de tabii atlamadık!

Şeker mi şeker bir kasaba, taş evler, sokaklar filan. Bir sürü restoran, birahane... Belli Vevcani sakinleri, keyif adamları. Bir saat dolanıp, bir kahve içtikten sonra kasabadan ayrıldık ama yemeği orada yemediğimize üzüldük de biraz.

Ohrid
Bu kadar oyalanma ve kaybolmaya rağmen, öğleden sonra Ohrid'e varmıştık. Eh ne de olsa, Üsküp-Ohrdi 180 km, kaç saat sürebilir ki (gerçi bu hesabın da şaşabileceğini sonra, çok acı bir şekilde öğrenecektik ama bu gelecek yazıya…). Ohrid, Avrupa'nın en eski (3-4 milyon yaşında) ve en derin göllerinden Ohrid Gölü'nün kenarında kurulmuş bir şehir.
Unesco World Heritage List'te. Şehrin dışı, klasik yazlıkçı mekanı gibi olsa da, eski şehir yani kale içi şeker bir yer. Dar, taş sokaklar, eski Osmanlı evleri, çiçekler, göl vs… Makedonlar deniz eksiklerini burayla kapatıyorlar, oldukça büyük bir göl olduğundan buraya geliyorlar. Yani Ohrid ve yarım saat mesafedeki Struga, bunların yazlık mekanı.

Ohrid'de kaleyi gördük, göle bakan bir yamaç üzerine kurulmış Sveti Johan Kaneo kilisesinde Makedonya kartpostalı tadında fotoğraflarımızı çektik.

Bu arada, bu kilisenin olduğu yer yani Kaneo, ana merkezin biraz dışı gibi kalıyor, hala kale içi olmakla birlikte ve merkezden daha sakin, göl daha durgun. Yani daha hoş bir yer bence kalmak için, eğer çılgınca partilemek isteyen bir ergen değilseniz. Ama biz bunu oraya gitmeden bilmiyorduk, o nedenle merkezde kaldık ama yemeğe Kaneo'ya yürüdük. 15 dakika filan yürüyorsunuz ama pek çok merdiven ve yokuş aşmanız gerek. Lonely Planet Ohrid alabalığı yemeyin, soyu tükenmek üzere diye uyardığından, sorumluluk sahibi turistler olarak, Ohrid alabalığı değil, nehir alabalığı yedik. Klasik Makedon mezeleri var, onlardan yedik. Yine şahane şaraplar içtik filan… Restoranın adını unuttum. Lonely Planet'e bakınız.

Merkez, hoş ama geceleri bir Türkbükü. Süslü püslü ergenlerimiz, göl kenarındaki Reina kılıklı yerlerde, birbirlerini süzüyorlar filan. Bizim yaşımız biraz geçmiş olacak ki, birkaç 'drink'ten fazlasını kaldıramadık.

Ertesi gun, biraz daha dolaştıktan sonra, ben göle girmem gerektiğini ısrarla belirttiğimden, beni bir göle girdirdik. Güzelmiş göl, tatlı su filan, hoş bi şey ama bir deniz değil tabii yine de.

Neyse işte sonra kalktık, 25 km ilerideki Sveti Naum'a gittik. bu da bir manastır. Ama bu, öbüründen de şirin. Baya bildiğin Hansel ile Gretel'in evi. Pasta gibi.
Sveti Naum'un aşağı tarafında bir su kaynağı vardı, giderseniz atlamayın, böyle bir masmavi sular, bir lagun efekti…

Sveti Naum'dan sonra, zaten sınıra 1 km mesafede olduğumuzdan Arnavutluk'a doğru geçtik. Arnavutluk diğer bir yazının konusu ama dönüş yolunda Bittola isimli bir diğer Makedon şehrine uğradık ki, ondan da bahsetmesem olmaz.

Bittola
Bittola Makedonya'nın ikinci büyük şehri. Pek ilgilenmemiştik ilk başta esasında ama yol boyu birkaç kişi ısrarla tavsiye edince, Arnavutluk dönüşü havaalanına dönerken, bir uğramaya karar verdik.

Çok da iyi etmişiz çünkü Bittola gerçekten çok şeker bir yer. Ohrid'e 1 buçuk saat mesefedeki bu şehir, Üsküp'ten filan çok farklı ve kanaatimce, çok daha güzel. Yapı olarak daha çok minik bir Prag havasında. Osmanlı stilinde değil pek. Bir yaya yolu boyunca, renkli, güzelim evler, kafeler, restoranlar…

Tam yemek yiyecektik ki, 6 buçukta sandığımız uçağın 4 buçukta olduğunu farkettik. siparişleri iptal edip, jet hızıyla Üsküp'e doğru yola çıktık. Yola çıktık değil, bastık. Hem de nasıl bastık. Nitekim 2 buçuk saatte gidersiniz dedikleri yolu, bir buçuk saatte aştık ve havaalanına check-in başlamadan ulaştık. Bittola'da sipartiş ettiğimiz o güzelim karidesler içimizde kalsa da, şehri birazcık da olsa görmemiz ve sokaklarında yürümüş olmamız yanımıza kar kaldı.

Makedonya böyleyken böyleydi yani… Görülebilecek birkaç yer daha vardı sanırım, daha off-the-beaten track kapsamında ama en majör destinasyonlarını programımıza dahil etmeyi başardığımızı düşünüyorum. Güzel şirin bir memleket, uzun süreler için değil belki ama bir Balkan turu kapsamında 2-3 gün ayırmak için gayet ideal. Biz de öyle yaptık. Siz de yapın bir ara derim ben.

Veee... Makedonya'da şarap konusunu sakın atlamayın. Gerçekten şahane şarapları var!

Ha bu arada, turun bir başka faydası, Kiril'i neredeyse tamamen söktüm artık.

Turun geri kalanı yani Arnavutluk, bir sonraki yazıda…

6 yorum:

  1. Ben Gostivar'lıyım orayı da gezmeliydiniz. Üsküp'e yakın olan bu şehir, Osmanlı'dan izlere daha çok rastlayabileceğiniz, dağların ortasına kurulmuş, doğayla iç içe, sakin küçük bir şehirdir.En çok Türk bu şehirdedir.Nüfusun %90'ı Türkçe konuşur.

    YanıtlaSil
  2. yazi da guzel gezme de guzel. gidesim geldi. ve fakat hic insan fotosu yok yazida. yok mu soyle yasli amcalar, efendim utangac guzel kizlar filan?

    bir yandan begenirken, ote yandan kusur da bulurum yani.

    YanıtlaSil
  3. Aaa Gostivar'dan geçtik, ama fazla dolanamadık, şöyle bir etrafa baktık arabayla geçerken. Bir dahaki sefere daha doğru düzgün gezmek dileğiyle...


    Hiç insan çekmemişim evet, neden acaba? Belki Arnavutluk fotolarında vardır birkaç portre, bir bakayım :) Varsa, bir dahaki yazıdya koyarım onları :)

    YanıtlaSil
  4. bu hafta ben de makedonya daydım. ohrid, bittola, gostivar, tetovo, üsküp yapıp kosova tarafına geçtik.

    makedonya da yaşlı amcalar bulmak zor, olanlar da zaten türkiye dekilere benziyor. ben de böyle birşeyler karalamayı düşünüyordum, iyi yapmışsınız.

    YanıtlaSil
  5. Havalimanından yerel bir şirketten araba kiraladık demişsiniz. önceden arayıp veya internetten rezervasyon yapabileceğimiz bir no/adres var mı?

    Biz www.fastcarhire.co.uk üzerinden kiralamayı düşünüyorduk

    YanıtlaSil
  6. Selam Ben Tur Rehberi Fuat Şefki Ohride Yasiyorum. Ohri , Manastir, Kalkandelen , Uskup te Tur Rehberligi Yapiyorum. Ayrica Otel, Pansiyon ve Apartman Rezervasyonlari , Ohride Gemi Turlari, Ren A Car, Şehirlerarası Transfer Hizmetlerimiz Mevcuttur. email: fuat_sefki@hotmail.com
    Cep Numaram : +389 76 444 882 ve +389 76 555 979

    YanıtlaSil