Ekim 26, 2010

Mola

Neye mola, bloga zaten 15 sene önce başlamıştın, ancak 3 yazı yazdın diyeceksiniz, ona mola değil... Eski gezileri anlatmaya bir süre mola, şimdi aktüel gezileri anlatacağım bir süre, onlar bitince ya da onlardan vakit buldukça, eskileri yüklemeye devam ederim. Sonuçta eski gezilerimizde önemli parçalar var: Hırvatistan, Prag, Bosna, Hollanda, Almanya-Berlin, Tayland, Bakü, Singapur, iç turizm gezileri gibi daha bir sürü yüklenecek foto var, herhalde 50 seneye bitiririm. Ama şimdi... yeni yerler zamanı.

Karayip sefası...



Puerto Rico gezi dosyamızın üçüncü ve son enstalasyonuna geldik sayın seyirciler, söz verdiğim üzere karayip sularından havadislerimi bildireceğim burada.

Şimdi dedik zaten burası bi ada, 4 tarafı deniz, 4 tarafı deniz olduğu yetmezmiş ki, hepsi de birbirinden güzel denizler. Tropik ada olmanın şeyi başka tabii...

Şimdi hangi foto hangisiydi pek hatırlamıyorum, hepsi masmavi bi deniz sonuçta ama San Juan'a yakın Luquillo vardı, tropik belediye plajı, bir gün orada oynadık. Ben o gün felaket yandım, sonraki 3 gün boğazlı kazakla dolaşasım geldi resmen zira boynuma kadar istakoza döndüm, o gün o plajda 20 dakikanın neticesinde.

Ekim 21, 2010

En mi viejo San Juan*

 Various Artists - En Mi Viejo San Juan - Pedro Rivera Toledo .mp3
Found at bee mp3 search engine


Porto Riko'ya vardık, vardığımız gibi de havaalanından arabamızı kiraladık sonra ver elini San Juan.

Ben heyecandan pırpır, gidiyoruz gidiyoruz, 5 yıldızlı oteller, tesisler, Antalyamsı, Miami'msi yerler... Eh hani nerde benim aklımdaki o Karayip ortamı diyecekken ben tam, lank! Old San Juan'a giriyoruz. Ve benim kalbim duracak gibi oluyor.

Old San Juan, bizim Sultanahmet gibi, şehrin eski kısmı, yeni taraftaki çirkin ve kocaman otellerin aksine, kale duvarları içine kurulu minik bir şehir... Minik minik, rengarenk evler, kalenin duvarları ve deniz... Duvarların bitimindeki yüksek falezlere vuran hırçın dalgalar filan. Batan güneş, palmiyeler... Öyle bir görüntü ki nefes kesiyor.



San Juan'da kale duvarının tam bitiminde şahane bir otelde yer ayırtmışım: The Gallery Inn. Otel için ayrı bir post açılır, o derece fevkaladenin fevkinde bi otel. Amerikalı ressam bir kadın 60'ların sonunda San Juan'a gelip, aşık oluyor. O dönem fahişelerin ve mafyanın ortalıkta cirit atmasına bakmaksızın, viran haldeki bilmemkaç yıllık colonial bir evi satın alıyor ve restore ediyor. Otel bugün inanılmaz bir yer. Çicekler içinde bir avlu, papağanlar, teras, hepsi birbirinden farklı döşenmiş odalar, kadının kendi heykelleri, resimleri. Öyle böyle değil, gördüğüm en güzel otel olabilir yani.

Puerto Rico, mi amor...



Frankie Cutlass/Voltio/Barrio Boys/Lumidee - Puerto Rico 2006 .mp3
Found at bee mp3 search engine


Ben Porto Riko'ya gideli en az 7 sene filan oluyor sanırım. O zaman bloglar da pek yaygın değildi, dijital fotoğraf makinesi de. Neyse ki scanner varmış da kalitesi kötü de olsa fotoğrafları scan etmişim üşenmeyip. 9 rulo film harcamıştık galiba, baya mesai ama değer mi, değer.

Porto Riko şu hayatta en sevdiğim memleketlerden biri oldu. Hani ilk görüşte aşk derler ya, öyle biraz. Adımımı attım ve içim gitti memlekete. Öyle sevdim. Birden. Görür görmez.

Zaten vardığımızda akşam vaktiydi, arabayla San Juan'a girdiğimizde, güneş batarken, kale duvarlarına vuran sert dalgalar filan... Öyle bir dramatik görüntü ki... insan nasıl aşık olmasın!

Tüm aşık olduğum ülkelerde olduğu üzere Porto Riko da inanılmaz güzelliklerinin yanında çer çöp, çirkinlik, çarpık yapılaşma, fakirlik barındıran bir memleket. Türkiye'ye benzettim aslında garip bir şekilde. Öyle inanılmaz, insanı sarsan bir doğa, sonra o yemyeşil manzaranın içinde pörtleyen cırtlak pembe bir ev.

Olsun ama. Yemeğiyle, havasıyla, suyuyla, insanıyla öyle güzel bir yer ki Porto Riko. İnsan üzülüyor Amerika geldi ve "burası benim" dercesine kullanıyor diye. O kadar Amerika değil ki orası...

Ekim 19, 2010

Elmanın atası



biri sıradan bir zamanda, digeri de yılbaşında olmak uzere iki kere gittim alma-ata’ya. farketmişsinizdir, inatla alma-ata diyorum ve almati demeyi reddediyorum. neden derseniz, alma-ata gibi hoş ve %100 türkçe bir kelime yerine niye anglosaksonların uydurmasını kullanayım diyorum, hem de adamlar biz elmanın atasıyız diyorlarsa sözlerini dinlemek lazım.

alma-ata’ya gittiğimi söylediğimde herkes önce niye diyor, sonra da çok mu çirkin bir yer diye soruyor. hayır efendim, çok çirkin bir yer değil ama böyle aşık olup, buraya yerleşeyim diyeceğiniz bir yer de değil. küçük, sıradan bir yer aslında... şimbulak dağının eteğine kurulmuş olan alma-ata, yeşili bol bir yer. o kadar bol ki arkalarındaki binalar güzel mi çirkin mi çok görülmüyor.

Güncelleme

Ben güya böyle bi blog açmıştım ama tabii pek çok blogda olduğu gibi, bir heves başlayıp, sonra bıraktım. Neyse şimdi geçmiş gezilerden fotoları yüklicem ama detaya fazla girmiycem. Bundan sonrası için uzun uzun anlatırım. Belki tabii.

Neyse en azından foto yüklerim. Öyle bi şeyler.